Covid 19 Yasaklarının Hukuki Değerlendirilmesi

Covid 19 Yasaklarının Hukuki Değerlendirilmesi

Covid 19 Yasaklarının Hukuki Değerlendirilmesi

COVİD-19 PANDEMİSİ KISITLAMALARININ HUKUKİ DAYANAĞI

VE

KISITLAMALARIN NORMLAR HİYERARŞİSİ AÇISINDAN HUKUKİ DEĞERLENDİRMESİ

                                                                                                                                  

Ülkemizde 11.03.2020 tarihi ile etkileri görülmeye başlanan ve DSÖ tarafından küresel salgın ilan edilen Covid-19 pandemisi nedeni ile birçok alanda kısıtlamalara, tedbirlere ihtiyaç duyulmuş, genel olarak düzenlemeler cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve genelgeler ile yapılmıştır. Aşağıda genel olarak bu kısıtlama ve tedbirlerden ve bunların yöntemlerinin hukuka uygunluğu konusu üzerinde durulacaktır.

Bilindiği üzere daha önce yakın tarihte dünya üzerinde “İspanyol Gribi” adında bir pandemi süreci yaşanmış, devam eden 1. Dünya Savaşı nedeni ülkeler duruma hazırlıksız yakalanmış ve savaşı daha çok önemsedikleri için asker sevkiyatları ve mühimmat fabrikalarında salgın daha da hızla yayılmıştır.  Salgının seyrine getirilen basın sansürü haklı habersiz bırakmış, hükümetlerin geç önlemler alması, bilim insanlarının tavsiyelerine dinlememeleri ile salgın milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanmıştır.  Söz konusu süreç içinde alınan veya alınmamış önlemler hep tartışılmış,  salgın sadece insani değil siyasi sonuçlara da sebep olmuştur. Hindistan’ da İngiltere tarafından alınan sert önlemler nedeni ile bağımsızlık hareketleri güçlenmiş bununla birlikte küresel düzeyde İngiltere hâkimiyetinin sonunu getirmiştir. Gribin aktif iş gücünü yok etmesi, sanayileşmiş ülkelerde işgücü sıkıntısına yol açmış,  1917’de Rusya’da Bolşevik devriminin gerçekleşmesi dünyanın birçok yerinde işçi ayaklanmalarını cesaretlendirmiş,  1918 sonbaharında dünya çapında işçi grevleri ve antiemperyalist protesto dalgası görülmüştür. Yine Güney Afrika’da beyazların hastalıktan siyahları sorumlu tutarak yerleşim yerlerini ayırması, ayrımcı Apartheid rejimini ortaya çıkarmıştır.

Salgın hastalıklar, Avrupa’da Orta Çağ’ın feodal düzeninin ortadan kaldırılmasının, ulus devletlerin meydana çıkmasının, tarıma dayalı ilişkilerin yerini ticaretin almasının, salgın hastalıklardan kaçan insanların coğrafi keşiflere yönelmesiyle sömürgeciliğe dayalı yeni bir dünya düzeni kurulmasının yolunu açmıştır.

Birinci Dünya savaşı sırasında ortaya çıkan salgın hastalıklar 20’inci yüzyılı şekillendirmiştir.  Nitekim Çarlık Rusya’sı üzerinde Sovyetler Birliği’nin kurulmasına ve dünyanın kapitalist-sosyalist olarak iki bloka bölündüğü 80 yıllık bir döneme tifüs salgını yol açmıştır.

Yaklaşık bir buçuk yıldır dünyanın tamamında insanları anayasal haklarından mahrum eden, sosyal hayattan kopararak evine hapseden, ülkeleri sınırlarını kapatmak zorunda bırakan, seyahati özgürlüğünü ve ticaret serbestisini neredeyse ortadan kaldıran koronovirüs, daha önceki salgın hastalıklar kadar ölümcül olmayacak ise de devletlerin halklarını korumada hazırlıksız ve başarısız oluşu, kendisini önemsiz ve değersiz hisseden halkların devletlerine güvenlerini yitirmesi, salgın hastalık sırasında devletler arasında umulan iş birliğinin olmayışı, muhtemelen modern uluslararası sistemin sonunu getirecek toplumsal hareketlere neden olacak ve yine bir salgın hastalık yeni bir dünya düzeninin kurulmasının yolunu açacaktır.

Ülkemizde de salgının açığa çıkması ile birlikte salgının etkilerinin azaltılması ve salgının yok edilmesi adına dünyaya paralel önlemler alınmış, birçok alanda özgürlükler kısıtlanmıştır. Bu kısıtlamaların hukuki dayanağı ve kısıtlamaların getirilme usulünün hukuka uygunluğu gündemden düşmemekte, salgınla mücadele olağanüstü hal ilan edilmeden olağan hukuk düzeninde alınan tedbirlerin hukuki varlığı tartışılmaktadır. Bu nedenle öncelikle konu ile ilgili yasal düzenlemeleri incelemek, ancak bunu yaparken de hastalık taşıyan kişi ile sağlıklı kişinin ayrı ayrı değerlendirilmesi ve yine tedbirlerin ortaya çıkış şekline bağlı olarak hukukiliği sorununun ele alınması gerekmektedir. Şöyle ki;

KİŞİ HAK VE HÜRRİYETLERİNİN KISITLANMASINA DAİR YASAL MEVZUAT

Anayasamız ve 1593 sayılı yasa ve son dönemlerde il bazında kısıtlamaların daha yoğun uygulandığı dikkate alınarak 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nu ve TCK 195. Madde çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa;

1-Anayasa’nın:

  • Madde 13  deTemel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” ve Madde 15 de düzenlenen “ Savaş, seferberlik  veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. “ hükmü salgın sürecine temel yol gösterici anayasal düzenlemelerdir.
  • “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlıklı 19. maddesinde, bir kimsenin “hastalık yayabilecek” durumda olması, kişi hürriyetini sınırlandırma sebepleri arasında sayılmıştır . Bu madde  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesi hükümleri esas alınarak düzenlenmiştir.
  • Anayasaya göre, usulüne göre ilan edilmiş olağanüstü hâl dışında, sağlık sebebiyle ancak “toplum için tehlike teşkil eden “hastalık yayabilecek” durumda olan kişinin hürriyeti sınırlandırılabilecektir. Başka bir deyimle olağan hukuk rejiminde, bulaşıcı hastalığa yakalanmış olan kişi için genel olarak kişi hürriyetine sağlık sebebiyle kısıtlama getirilemez. Ancak, “genel sağlık” sebebiyle, yani genel sağlığın korunması amacıyla, özel hayatın gizliliğine (m. 20, f. 2), konut dokunulmazlığına (m. 21, f. 2), toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına (m. 34, f. 2) sınırlama getirilebilecektir. Anayasaya göre, “tıbbi zorunluluk” halinde, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulabilecektir (m. 17, f. 2). 
  • Anayasamızda genel sağlık, seyahat hürriyetinin sınırlandırma sebepleri arasında sayılmamıştır. Ancak  seyahat hürriyetinin başkalarının sağlığını tehlikeye sokacak biçimde kullanılmasının sınırlandırılması mümkün olacaktır. Anayasanın 19. maddesinin ikinci fıkrası hükmünü de tehlikeli salgın hastalığa maruz kalmış olduğu tespit edilen veya maruz kaldığından şüphelenilen bir kişinin yurt dışından ülkeye girişine, ülke içinde herhangi bir yere seyahatinin kısıtlanmasına dayanak olarak değerlendirilebilir.
  • Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına genel sağlık sebebiyle sınırlama getirilebilmesine yönelik Anayasa’nın  (m. 34, f. 2) hükmü dayanak teşkil etmektedir.
  • Anayasada, Cumhurbaşkanına, çeşitli sebeplerin yanı sıra, “tehlikeli salgın hastalık” halinde “yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan” etme yetkisi tanınmıştır (m. 119, f. 1). Bir hastalığın olağanüstü hal ilanı sebebi olabilmesi için, kamu sağlığı bakımından tehlike arz etmesi gerekmektedir. Anayasaya göre, tehlikeli salgın hastalık sebebiyle ilan edilen olağanüstü halde kişilere olağan dönemlere nazaran ek yükümlülükler yüklenebileceği gibi, çeşitli hak ve hürriyetler bakımından sınırlamalar getirilebilecek ve hatta, hak ve hürriyetler geçici olarak durdurulabilecektir. Olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı, hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği kanunla düzenlenir. (m. 119, f. 5). Bu çerçevede, 25.10.1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu yürürlüğe konulmuştur
  • Anayasa md 119 da Cumhurbaşkanına, olağanüstü hallerde “temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle siyasi haklar ve ödevler” alanında da, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisi verilmiş ve kararnamelerin kanun hükmünde olduğu belirtilmiştir. Belirtilen sebeplere dayalı olarak salgın hastalık sebebi ile ilan edilen olağanüstü hal sürecinde, bölgenin belirli yerlerinde yerleşimi yasaklamak, belirli yerleşim yerlerine girişi ve buralardan çıkışı sınırlamak, belli yerleşim yerlerini boşaltmak veya başka yerlere nakletmek, resmi ve özel her derecedeki öğretim ve eğitim kurumlarında öğrenime ara vermek ve öğrenci yurtlarını süreli veya süresiz olarak kapatmak, gazino, lokanta, birahane, meyhane, lokal, taverna, diskotek, bar, dansing, sinema, tiyatro ve benzeri eğlence yerleri ile kulüp ve sair oyun salonlarını, otel, motel, kamping, tatil köyü ve benzeri konaklama tesislerini denetlemek ve bunların açılma ve kapanma zamanını tayin etmek, sınırlamak, gerektiğinde kapatmak ve bu yerleri olağanüstü halin icaplarına göre kullanmak, bölgede olağanüstü hal hizmetlerinin yürütülmesi ile görevli personelin yıllık izinlerini sınırlamak veya kaldırmak, kara, deniz ve hava trafik düzenine ilişkin tedbirleri almak, ulaştırma araçlarının bölgeye giriş ve çıkışlarını kayıtlamak veya yasaklamak gibi tedbirleri alabilir. (m. 9.

2- Yürürlükte olan mevzuatımızda, bulaşıcı hastalıklar konusunda ayrıntılı düzenleme içeren kanun, 24.4.1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu:

  • Salgın hastalığın yurt dışında ortaya çıkmış olması halinde, hastalığın ortaya çıktığı ülkeden Türkiye’ye gelecek olan yolcular ile getirilecek olan eşya bakımından sınırlayıcı birtakım tedbirler (m. 49 ilâ 56), salgın hastalığın çıktığı ülkeler ile ülkemiz arasındaki her türlü ulaşımın geçici bir süreyle durdurulması, yurda giriş yapmak isteyen yolcuların muayeneye tabi tutulması, tıbbi nezaret altına alınması, hastalık şüphesi taşıyanların tecrit edilmesi, bu yolculara aşı veya serum tatbiki gibi tedbirlerin yanı sıra; yurt dışından getirilen her türlü eşya ile ilgili olarak hastalık bulaştırma riskine karşı gerekli tedbirlerin uygulanabilmesinin hukuki dayanağı oluşturulmuştur.
  •  1593 sayılı Kanunun 72. Maddesine göre, bulaşıcı hastalığa maruz kaldığı tespit edilen veya bu hususta kendisinden şüphelenilen kişiler, muayene ve tedaviye tabi tutulabilir, tıbbi nezaret altına alınabilir, tecrit edilebilirler. Bu çerçevede, Anayasal dayanağı olmamakla birlikte, bulaşıcı hastalığa maruz kaldığı tespit edilen veya bu hususta kendisinden şüphelenilen kişilerin seyahat etmelerine, 1593 sayılı Kanun hükümlerine göre sınırlama getirilebilir.
  • 1593 sayılı Kanuna göre, hastalığın bulaştığı tespit edilen “umumi mahallerin” tehlike geçinceye kadar faaliyetten men edilmesi ve boşaltılması mümkündür (m. 72). Buradaki “umumi mahal” ibaresinin bütün işyerlerini, çalışma alanlarını, üretim tesislerini kapsadığını söylemek mümkün değildir.
  • Yine 1593 sayılı Kanuna göre, bulaşıcı hastalığa maruz kalan kişiler, hastalığı başkalarına bulaştırma tehlikesi devam ettiği sürece, meslek ve sanatlarını icradan yasaklanabileceklerdir (m. 76, ayrıca m. 126). Kamu sağlığını gerektiren bu durumlarda, kişilerin tedaviye katlanma yükümlülüğü bulunmaktadır. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu hükümlerine göre bildirim yükümlülüğü kapsamında olan hastalıklarla ilgili olarak kişilere, tabip tarafından yapılacak teşhis ve tedaviye yönelik muameleye katlanmak yükümlülüğü getirmiştir (m. 67).
  • 1593 sayılı Kanun da, bulaşıcı ve salgın hastalık tehlikesi sebebiyle bu hakkın sınırlanabilmesi hususunda idareyi yetkili kılmaktadır (m. 77). 1593 sayılı Kanunun bu hükmünün toplu ibadet, düğün ve cenaze töreni etkinlikleri bakımından da uygulanabilir olduğu açıktır.

3-5442 sayılı İl İdaresi Kanunu

  • Özellikle 2021 itibari ile il bazında kısıtlama uygulanması sistemine geçilmesi ile birlikte hukuki tartışmaların gündemine seyahat hürriyetini kısıtlayıcı mahiyetteki idari kararlarda dâhil olmuştur. Bu idari kararlar 10.06.1949 tarihli 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa dayandırılmıştır. Söz konusu Kanunla vali, önleyici kolluk yetkisi çerçevesinde “suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri” almakla görevli ve yetkili kılınmıştır (m. 11, fıkra A). Bu çerçevede vali belirli kişilerle ve belirli yerlerle sınırlı olarak seyahat hürriyetini kısıtlayıcı mahiyette kararlar alabilme yetkisini haizdir (m. 11, fıkra C). Ancak bu düzenlemelerle, valiye, kamu sağlığının korunması, salgın tehlikesinin önlenmesi amacıyla da olsa, sağlıklı kişiler bakımından seyahat hürriyetini sınırlayıcı mahiyette karar alma yetkisi verilmemiştir.

4-TCK madde 195

  • Karantina tedbirlerine uymama nedeni ile cezai sorumluluk da bulunmaktadır. TCK, m. 195’de tanımlanan suç bakımından karantina tedbirinin arz ettiği en önemli özellik, belirli veya belirsiz kişiler bakımından bir tecrit oluşturmasıdır. Bu itibarla, karantina tedbiri uygulaması, kolluk müdahalesini, kolluğun gözetim ve denetimi altında icrasını gerekli kılmaktadır. Keza bu tecrit, karantina bölgesinde bulunan bütün kişilerin tıbbi bakımdan müşahede altında tutulmasını da gerekli kılmaktadır. Karantina tedbiri uygulaması, karantina süresince bu alanda bulunan belirli veya belirsiz kişilerin alan dışına çıkmasına, dışardan kişilerin de bu bölgeye girmesine sınırlama ve hatta yasak getirilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu tedbirin gereklerine aykırılık, bölgeye girmek veya bölge sınırları dışına çıkmak suretiyle gerçekleşebilir. Bu suçtan dolayı sorumluluk için, failin mutlaka kendisine bulaşıcı hastalık sirayet ettiği tespit edilen veya ettiğinden şüphelenilen kişi olması gerekmemektedir. Herhangi bir kişi, yani henüz kendisine hastalık sirayet etmemiş ve sirayet ettiğinden şüphelenilmeyen bir kişi de bu suçun faili olabilir. Bu durum, söz konusu suçun özellikle karantina bölgesine girmek suretiyle işlenmesi bakımından önem taşımaktadır. Söz konusu suç bir soyut tehlike suçudur. Bir hukuki değer olarak kamu sağlığının korunduğu bu suç, sağlıklı bir kişi tarafından karantina bölgesine girmek suretiyle işlendiğinde, esasında somut olarak kendi sağlığını da tehlikeye atmış olmaktadır. Bu bağlamda önemli olan, karantina tedbiri uygulamasından toplumun yeterli bir surette bilgilendirilmiş olmasıdır. TCK, m. 195’de tanımlanan suç bakımından özellik arz eden bir diğer husus, karantina tedbirinin gereklerine aykırı olarak karantina bölgesi dışına çıkan kişi şayet hastalığı bir başkasına bulaştırmış ise, gerçek içtima hükümlerine göre cezaya hükmolunması belirli bir süre mümkün olduğunca evlerinden dışarı çıkmamaları, başkalarıyla temas kurmaktan imtina etmeleri tavsiyesiyle, evlerine gönderilmeleri halinde, bir karantina tedbirinden bahsetme  imkânı bulunmamaktadır.

 

NORMLAR HİYERARŞİSİ AÇISINDAN KARARNAME VE GENELGELERLE KİŞİ HAK VE HÜRRİYETLERİNİN SINIRLANDIRILMASININ HUKUKİ DURUMU

Normlar hiyerarşisi;

Hukuk devleti kavramının en önemli özelliklerinden biri kuşkusuz hukuki güvenlik ve öngörülebilirliğin varlığıdır. Hukuki güvenlik ilkesi aynı zamanda anayasal bir haktır. Bunun sağlanabilmesi içinde hukuki normlar arasında kademeli bir düzenin belirlenmesi gerekmektedir. Normlar hiyerarşisi ile tabir edilen bu düzen hukuk normlarının derece ve kuvvetini belirlemektedir.  Buna göre normların sıralanması  anayasa, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler,  kanun, kanun hükmünde kararnameler, tüzük, yönetmelik ve adsız düzenleyici işlemler olarak tabir edilen genelge ve tebliğ benzeri işlemlerdir.

Covid-19 pandemisi nedeni ile yürürlüğe giren kısıtlamaların CBK ve genelgeler ile yapıldığı, yönetmelikler ile ayrıntılandırıldığı düşünülecek olursa bu iki hukuki kaynağın normlar hiyerarşisindeki yerinin ayrıca ele alınması gerekmiştir.

CBK yetkisi kanundan değil, doğrudan Anayasa'dan kaynaklandığı için, aslî düzenleme yetkisidir. CBK şeklî anlamda yürütme, maddî anlamda yasama işlemidir. Bu düzenleyici işlem yürütme yetkisine ilişkin olup, kanunla düzenlenmeyen alanı doğrudan düzenliyor ise kanun nitelinde sayılmaktadır. CBK yürütme dışı konulara giremez, hakları sınırlayamaz, temel haklar ve kişi hakları ile siyasi haklar düzenleyemez,  Anayasada sadece kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda ve kanunda açıkça düzenlenmiş konularda çıkarılamaz. Bu durumda hukuki mantık ile bakıldığında kanunlar ile düzenlenmeyen alanlarda çıkarılacağı için kanunla çatışamaz. Ancak bir belirsizlik var ise kanunlar geçerlidir.

 OHAL CBK larının ise hiyerarşideki yeri daha farklıdır. AYM denetimi dışındadır.  Belli kısıtlamalar dışında kişi hak ve hürriyetleri hususunda kısıtlama getirebilir. Anayasal temel haklara kısıtlama getirme yetkisini de yine Anayasa vermektedir. Ancak OHAL'in gerekli kıldığı konularda çıkarılma zorunluluğu olduğu unutulmamalıdır.

Genelgeler ise adsız düzenleyici işlemlerden olup, anayasada telaffuz edilmeyen bir işlemdir. Dolayısı ile normlar hiyerarşisinde alt sırada olmakla birlikte, yönetmelik gibi diğer adsız işlemlerle arasındaki hiyerarşi konumuz olmadığından değerlendirilmeyecektir.

Temel hak ve hürriyetlerin CBK ve Genelgeler sınırlandırılmasının hukuki değerlendirmesi;

Yukarıda gerek kısıtlamalara ilişkin genel hukuki normları gerek ise bu hukuki normlar içerisindeki hiyerarşiyi kısaca açıklamış olduk. Bu açıklamalar bizi iki sonuca götürmektedir. Bunlardan ilki ve en önemlisi ülkemizde uygulanan kısıtlamaların hasta olan ve olmayan tüm bireyleri kapsayabilecek şekilde alınması için OHAL ilan edilmesi gerekmektedir. Ohal ilan edilmesi için anayasada genel sağlığı tehlikeye düşüren /düşürebilecek salgın hastalık bir sebep olarak yer almakta ve bu sebep ile ilan edilecek ohalin de hukuken geçerli olacağı,  bu durumda Olağanüstü CBK ile kısıtlamalar yapılabilecektir. Ancak ülkemizde yasalara uygun olarak ilan edilmiş bir olağanüstü hal bulunmamaktadır. Sadece hukuki değil bilimsel açıdan da bakıldığında dünya çapındaki salgın  hastalığın ülkemizde yayılmasının önlenmesine yönelik olarak çeşitli hak ve hürriyetler bakımından olağan döneme nazaran ilave sınırlamalar getirilmesinin ve ilave yükümlülükler ihdasını gerekli olması karşısında, anayasal bir çare olarak, yurdun tamamında uygulanmak üzere, tabii afet veya tehlikeli salgın hastalık sebebiyle olağanüstü hal ilan edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu şekilde salgın hastalığın yayılmasının önlenmesine yönelik tedbirler ve ilave yükümlülük getirilmesi, hak ve hürriyetlerin sınırlandırması 1539 sayılı umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nda eksikliği hissedilen hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleme yapılması yoluyla giderilmesi gerekir.

Açıklamalarımızdan çıkarılacak ikinci sonuç ise düzenleme ve kısıtlamaların normlar hiyerarşisindeki sıralamaya uygun yapılmadığıdır. Zira anayasal temel hak ve özgürlüklerin olağanüstü hal olmadan cumhurbaşkanlığı kararnameleri veya genelgeler ile sınırlandırılması hukuki değildir.

HASTALIĞA YAKALANMIŞ KİŞİ AÇISINDAN TEDBİR VE YASAKLARIN HUKUKİ DURUMU

Tüm araştırma ve açıklamalarımız sonucunda gerek Anayasa 13,15,19 md, gerek 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ile 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu , gerek ise 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nda hastalığa yakalanmış kişilerin karantinası, tedavisi, seyahat özgürlüğünün kısıtlanması gibi temel hakları kısıtlanabilmesi hukukidir. Aksi halde hastalığa yakalandığı halde kendisi ile ilgili verilmiş kısıtlama ve tedbirlere aykırı davranan kişi hem bu kanundaki yaptırımlara maruz kalabilecek hem de TCK md 195 de suç tanımının şartları oluşması halinde bu suçtan da cezalandırılması söz konusu olabilecektir.

HASTALIĞA YAKALANMAMIŞ KİŞİ AÇISINDAN TEDBİR VE YASAKLARIN HUKUKİ DURUMU

Tehlikeli salgın hastalık sebebiyle olağanüstü hal ilan edilmediği sürece, salgın hastalığın sirayet etmediği kişilerin seyahat hürriyetine sınırlandırma getirmenin ne anayasal ne de kanuni dayanağı bulunmaktadır. Aynı durum, tehlikeli salgın hastalık sebebiyle olağanüstü hal ilan edilmediği sürece, salgın hastalık tehlikesinin varlığı dolayısıyla genel olarak kişilerin sokağa çıkmasının kısıtlanması bakımından da söz konusudur.

Yine maske takma zorunluluğu özelinde  “kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı hakkı”nı (m.17), şehirlerarası seyahat yasağı “yerleşme ve seyahat hürriyeti”ni (m.23), camilerde namaz kılma yasağı “ibadet hürriyeti”ni (m.24), iş yerlerinin kapatılması “mülkiyet hakkı”nı (m.35) ve “çalışma ve sözleşme hürriyeti”ni (m.48), icra takiplerinin ertelenmesi “hak arama hürriyeti”ni (m.36), okulların tatil edilmesi “eğitim ve öğretim hakkı”nı (m.42), işçi çıkarma yasağı “sözleşme hürriyeti”ni (m.48) ihlâl eder niteliktedir.

Yine tehlikeli salgın hastalık sebebiyle olağanüstü hâl ilan edilmediği sürece, henüz hastalığın sirayet ettiği hususunda tespitin yapılmadığı bir işyerinin, eğitim ve öğretim kurumunun faaliyetinin durdurulmasının, bir meslek ve sanatın icrasının sınırlandırılmasının ne anayasal ne de kanuni dayanağı bulunmaktadır.

DÜNYADA YASAKLAR VE OHAL

Genel olarak diğer devletler de Türkiye Cumduriyeti Devletinin aldığı tedbirleri öngörmüş, karantina, seyahat özgürlüğünün kısıtlanması, sokağa çıkma yasağı, işletmelerin kapatılması ve maske zorunluluğu gibi kısıtlama ve tedbirler almıştır. Ancak kişi hak ve hürriyetlerini  kısıtlayan ülkere baktığımızda Fransa, İspanya , Çekya , Sırbistan, Japonya, Almanya, İtalya , Slovakya , Kazakistan, Tayland, İşviçre, Lübnan, Peru, Bulgaristan, ABD de bazı eyaletler ve daha örnek verebileceğimiz birçok devlet OHAL ilan ederek bu süreci yönetmiş, Ohal süresi bittiğinde normal sosyal hayat başlamış ve vaka sayıları yeniden artınca da yeni OHAL ilanları olmuştur. Almanya gibi bazı ülkelerde ise salgına özel yasal düzenlemeler de yapılmıştır.

Sonuç olarak Anayasa (m.15 ve 119), tehlikeli salgın hastalıklarla mücadele edilirken gerekli tedbirleri almak için  Cumhurbaşkanına yetki vermiş ise de olağan ve olağanüstü hukuk düzenine göre farklı ölçüde kişi hak ve hürriyeti kısıtlama imkanı  vermiştir.  Anayasal hakların normlar hiyerarşisine aykırı olacak şekilde kısıtlanması sürecin bir başka hukuka aykırı kısmıdır. Yukarıda da izah ettiğimiz üzere Ohal ilanı anayasaldır, bu süreçte kararname ve genelgeler ile alınan kısıtlama ve tedbir kararları da yasal olacaktır. Ancak olağan hukuk sürecinde kişi hak ve hürriyetlerinin adsız işlemler ve cumhurbaşkanı kararnameleri ile kısıtlanması mümkün değildir. Kişi hak ve hürriyetlerinin tüm bireyleri kapsayacak şekilde kısıtlanabilmesi veya yükümlülükler getirilebilmesi için Cumhurbaşkanının yapması gereken şey, önce tehlikeli salgın hastalık sebebiyle olağanüstü hâl ilân etmek ve sonra da bu tedbirleri öngören olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarmak iken genelge ve kararnameler ile kısıtlamalar yapılması tedbirlerin hukuka aykılığı sonucunu açığa çıkarmıştır.